Soğuk bir kış gününde okyanusun bilinmeyen bir yerine doğru yola çıktık. Yaşım henüz daha otuz olmamıştı. Yüzümde anlamsız bir gülümseme, kulağımda senden duyduğum son kelime. Gitme! Geride seni gözü yaşlı bırakmanın haricinde, sen göremesen de diğer yarım, canım da limanda kalanlar arasındaydı. Usul usul bilinmeyene doğru giderken, gülümsediğime bakma. Örtbas ettiğim tüm üzüntü, keder, dert, tasa ve acıların yegane belirtisidir o hafif sırıtış. Ayrılırken sarılmak istediğinde geri çekildiğime bakma, sarılsak gidemezdim. Gitmeye mecburdum. Hayat denen şey işte bu. Sadece mutluluklarda değil üzüntülerde de beraber olmak. Her duyguyu beraber yaşamak. Yan yana olamasak ta duygularımız bir. Ayrıyız, ayrı olsak ta biriz. Gitmem gerekiyordu o nedenle gittim. İstediğim için, yapmak zorunda olduğum için, mecburiyetten. Ne dersen de, sonuçta bu gemi limandan kalktı ve kim bilir ne zaman geri gelir. Geri gelmek için çıkmadı yola ama bir umut belki gelir. Kim bilir ? Belli değil. Sürekli bir gidiş, kaçış ve hengame içindeyim. Beni ben yapan şey bu. Bunu bilseydin sevmezdin belki beni. Gizemlerin tamamı bunun için. Anlatmayışlarım, susuşlarım… Sorguladığında cevapsız kalışlarım hep gitmeyesin diyeydi ama ben gidiyorum işte… İşte hayat böyle. Ufak bir buse, minik bir gülümseme, benden sana hatıra olarak kalsın. Üzülme… Kendi geminin dümenini başkasına verme. Gitmek istediğin yere doğru yolun açık olsun. Ben bilinmeyene doğru çevirdim dümeni, gidiyorum gündüz, gece…