Yıllardan bu yıl. Takvimler şimdiyi gösteriyor. İki bin dört yüz seksen sekiz kişinin çalıştığı bir binada, bana ayrılmış masada oturuyorum. Şu an bana verilen görevi yerine getirmek yerine bu yazıyı yazıyorum. İşleri aksatıyorum. Bu durumu umursamıyorum. Sekiz senedir burada çalışıyorum ve hep aynı şeyleri, her gün tekrar ettiğim şeyleri yine yine yeniden yapıyorum. Hep aynı şeyler. Sekiz senedir tıpkı bir robot gibi her gün aynı yere gelip hep aynı şekilde görevimi yerine getiriyorum. Kendimi köle gibi hissediyorum. Son teknolojik aletlere komutlar veriyorum ama bu beni köle olmaktan kurtaramıyor. Kazandığım para evimin kirasını bile karşılamıyor. Ama ülke olarak içinde bulunduğumuz duruma bakacak olursak benim gibi çalışan insanlara zengin gözüyle bakılıyor. Kimse gerçeği bilmiyor. Herkesin gerçekleri kendi içinde şekilleniyor. Benim içimde şekilsiz bir şeyler kıpırdıyor. Ne kadar zorlasam da istediğim şekli veremiyorum. İş arkadaşlarımın arasında benim gibi olan o kadar çok kişi var ki. Herkes aynı. Elbiseler, yürüyüşler, yemekler, gülüşler… gülüşler kısmı herkeste aynı. Herkeste sahte. Kimse gerçek gülücükler saçmıyor yanındakine. Masum değilim bu konuda. Ben de tıpkı onlar gibi yapıyorum. Gülüşlerimi kendime saklıyorum. Köle olmuş takım elbiseli insanların ardından ayıplarına gülüyorum. Yanlışlarını yüzlerine osmanlı tokadı misali vuruyorum. Azad edilmeyi beklerken, kollarıma takılı bir kelepçe arıyorum. Göremiyorum. Prangalar arıyorum, bulamıyorum. Aynadan beynimin içine bakıyorum, göremiyorum. Bir şekilde köle olduğumun farkındayım ama neremden tutukluyum bilmiyorum.
Beynime takılmış bir kanca, ense köküme çakılmış bir kazık ve ruhumdaki kurşun deliği. Hayatımın geri kalanın tek ifadesi…