Evimiz sobalıydı eskiden.Yakabilmek için çok uğraşlar verirdim.Hadi canım yan artık diye konuşurdum. Kestane pişirirdi annem. Çay demlerdi dedem. Nohut kavururdu ninem. Ekmek kızartırdık bazen. Akşam yemeği pişerdi yavaş yavaş. İstanbul’un kızgın soğuğunda diğer odalar ıssız birer adaydı hep. Banyo yapmaksa acı dolu ızdıraplardı adeta. Sonra ısınmak, güven duygusunu tatmak için yakınlaşırdım sobayla. Bir tarafım cayır cayır yanarken, diğer yanım hala donuyorum derdi içten içten. Oğlum için adı cıs olarak geçmişti literatürlere. Cıs olurdu dokunduğunda. Dokunmuştu da ama tekrarı olmadı asla. Güzeldi sobalı evimiz.Geceleyin hepimiz soba olan odada yatardık. İlkbahar  gelince sobayı özenle temizler, poşetlere sarar bir kenara koyardık.Bir sonraki kış mevsiminin güzel yanlarını özlerdik.Mevsimlerin hepsini severdik.En çok ölmeden yaşamayı isterdik. Ama evimiz,  bir yaz gecesi depremde yıkılmadan önce, kömür bedenimizi zehirlemeden önce…