Piyano ve keman eşliğinde yalnızlığımı içiyorum bu gün yine. Karınca halinde insanlar, dar kalıplarının altında kendilerini saklıyorlar. Soyutlanan bir tek ben oluyorum bu durumdan. Dışlanan ve hatalı davranan da ben oluyorum bu durumda. Ortamına göre davranamıyorum ya, ondandır kıyıda kalmışlığım. Zavallı diye tabir edilen anlaşılmaz tavırlar sergileyen bir yapım var ne yazık ki. Cümlelerim biraz daha uzun olsun diye devrik olmaya razı oluyorum. Düşüncem devrilmesin yeter ki. Razıyım gerisine. Açım, neredeyse ölecekmiş gibi. Bir an geliyor gökyüzünden dünyayı izliyorum. Zaman geçiyor şimdi yerin dibindeyim. Geçen her salise bana acı veriyor. Sonlandıramıyorum bu gidişleri. Aşkları, sevişleri elde edemiyorum. Olsa bile sürdüremiyorum. Süründürüyorum bünyemi ama aşkıma, ardın sıra devamlılık ekleyemiyorum… en yalın halimi tavrıma takıyorum ama yine de kendini beğenmişlikten kurtulamıyorum. Kendimi istediğim gibi gösteremiyorum. Neysem o oluyorum herkese, her şeye karşı. Soğuk. Ulaşılmaz, dokunulmaz, uslanmaz, anlaşılmaz, uzlaşılamaz biri oluveriyorum her defasında. Ama böyle olmak istemiyorum. Tamam biliyorum böyleyim ama değişmeliyim. Beceremiyorum. Bilmiyorum o nedenle iyi bir insan olamıyorum. Nasıl iyi olunur öğretilmedi ki bana. Ben nereden bileyim. Nasıl öğreneyim. İnsanlar uzak, onlar bana ırak ve bir o kadar da muhtacım onlara. Koşuyorum peşlerinden sevsinler beni diye. Uğraşıyorum gözlerine girebilmek için ama nafile. Kendimi sevdirmek adına girmediğim şekil kalmıyor ama yine de sevmiyorlar beni. Hoş, çok ta umursamıyorum ya neyse… zaman anlarda yitiyor salise salise ve yalnızlığımı çayımla harmanlayıp içiyorum bu gece. An geliyor mutluluktan uçuyorum, zaman geçiyor acınacak halde olduğumu hatırlıyorum. Ve yine hava karardığında ölüm vaktimin geldiğini anlıyorum. Ve güneş doğduğunda yeniden doğacakmışım gibi uykuya dalıyorum ve ben bunu her gün tekrarlıyorum. Ta ki gerçekten ölüp, güneş doğduğunda doğamayana kadar…